Yüksek Ateş [Dizi I.Bölüm]

Day 707, 13:31 Published in Turkey Turkey by JohnRobin

Günün ilk ışıklarında İstanbul’un pamuklar kadar bulutlu semasından süzülerek inen TK 002 sefer sayılı Türk Hava Yolları uçağında uzun siyah bir palto giyen, uzun boylu, siyah saçlı ve gözlerine de ahengi bozmayarak siyah güneş gözlüğü takmış yakışıklı adam, hemen yanında oturan alımlı sarışın kadınla İngilizce muhabbet ediyordu.

“Demek Amerika’da konsoloslukta kalem müdürü olarak görev yapıyordunuz. Ne kadar güzel, başka bir ülkede kendi milletinizi temsil etmek.”
“Evet, gerçekten güzel bir his. Ama insan kendi vatanını gerçekten özlüyor. Bu hissi anlayabilmeniz için başka bir ülkede bir haftadan fazla kalmayı denemelisiniz.”

Son cümleleri söyledikten sonra uzun boylu adam sol tarafına dönerek camdan aşağıya doğru baktı, boğaz tüm çıplaklığıyla karşısındaydı. Üzerindeki gemilerden tutun da boğazdaki arabalara kadar her şey gözlerine batıyor gibiydi. 3 yıldır göremediği her şeyi bir çırpıda görmek onu delicesine boğuyor gibiydi adeta. Kafasına dolan her şeyi bir çırpıda dışarı boşaltmak için kafasını hafifçe salladı. Ardından gözlüğünü çıkardığından adeta zümrüt yeşili gözleri dışarı yeşil ışık fışkırıyor gibiydi.

“Bana hala adınızı söylemediniz?” dedi genç kadın gülümseyerek. Kesinlikle karşısındakinin bakışlarından ve yemyeşil gözlerinden etkilenmişe benziyordu. Adam da ona gülümseyerek karşılık verdi.
“Adım, Barlas. Türkçedeki anlamı “kahraman”dır. Babamlar bana bu adı koydukları için onlara gerçekten çok minnettarım,” dedi Barlas. Ama içini çok bilindik bir yanma hissi sarmıştı. Anne ve babasını kaybettiğinden beri her onları hatırlayışında tekrar eden yanmaydı bu. Normal fizyolojik bir ağrı değildi. Bu psikolojik olarak tedavi edilemeyecek türdendi. Geri getirilemez parçalarını yitirmişti Barlas.

Pilot’un mikrofondaki sesi içeriye ulaştığında bütün yolcular inmek üzere olduklarının farkına varmışlardı ve kemerlerini bağlıyorlardı. Birkaç dakika içinde yolcuların çoğu yere basmıştı bile. İçlerindeki Barlas siyah gömleği, siyah uzun paltosu ve siyah gözlüğüyle bir siyah ahenk taşı oluşturuyordu.

Yavaş biçimde yürüyerek havaalanı otoparkına doğru gelen Barlas orada kendine ayrılmış olan aracı görmüştü. Zaten aldığı mektuptaki şifreli mesajı çözdüğünde “otopark siyah – 4x4” anlamı çıkmıştı. Ayrıca zarftan da bir araba anahtarı çıkması bulduğu anlamı destekliyordu. Fakat küçük bir sorun vardı. Otoparkta birden çok 4x4 siyah araba bulunmaktaydı. Çözüm yine kendisindeydi. Verilen anahtardaki kilit düğmesine basarak hangi arabadan ses çıkarsa ona gidecekti. Arabayı bulması kısa sürmüştü.

Arabanın kapısını açıp içeri girdiğinde direksiyona takılmış bir kâğıt buldu. Üzerinde “4-7 1-2 1-2 1-8 * 2-2 2-3 4-7 * 1-2 2-6 4-4 1-8* ” sayıları yazıyordu. Önce kafasında düşünmeye başladı. Bu nasıl bir şifre diye. Bir dakika boyunca kâğıttaki sayılara baktı. Bir anlam ifade etmiyordu. Ama bir şifre olduğu kesindi. Tam kafasını iyice vermişti ki telefonun çaldığını hissetti. Yavaşça cebinden çıkardı gelen bir mesajdı. Gizli bir numara tarafından gelen bir mesaj. “Evet, bir mesaj tabi ki!” dedi sesli bir şekilde. Ardından “yeni mesaj” sekmesini açarak kodları mesaj halinde yazmaya başladı. Ardından çıkan cümleyi kafasında tekrarladı, “saat beş anıt”. Demek ki bugün saat beşte bekleniyordu, buluşulacaktı. Ama anıt da neresiydi. Anıt deyince aklına gelen küçükken oynadığı parktaki Atatürk büstüydü. Kendisini teşkilata kazandıran parkın karşısındaki kütüphane görevlisi ve babasının eski sınıf arkadaşıyla ilk burada konuşmuşlardı. “Bu bir işaret olabilir,” diye düşündü.

İki dakikaya garajdan ayrılmış ve sıkıcı İstanbul trafiğiyle boğuşuyorken buldu kendisini. 2 saat sonra otelde memleketinin dürümünü yerken, ve suyunda yıkanırken, havasını koklarken. Bu ona çok iyi gelmişti. Ancak saat de ilerlemişti. Buluşma yerine gitmesi gerekiyordu.

Saat tam 5’e 5 kala çocukluğundan kalma parktaydı. Küçük bir oyun sahasını ve irili ufaklı birkaç ağaçtan oluşan parkta bir Atatürk büstü onun tam karşısında ise bir bank vardı. Yavaşça ilerledi, banka oturdu ve çocukların oyunlarını izlemeye koyuldu. Çocuklar, ağaçların ve oyun araçlarının arkasına saklanarak saklambaç oynuyorlardı. Kendisini çocuklara o kadar çok kaptırmıştı ki yanına birisinin oturmasını birkaç saniye geç fark etmişti. Göz ucuyla ona baktı. Kafasında gri bir renkte fötr şapka, aşağıya kadar uzanan krem rengi, adeta bir “dedektif paltosu” vardı. Ağzındaki purosundan dumanlar çıkan altmışlı yaşlara merdiven dayamış kişi Atatürk büstüne bakarak yavaşça seslendi.

“Amerika’dakilere umarım veda etmişsindir evlat, çünkü burada sana ihtiyacımız var…”

İkisi birden Atatürk büstüne bakarken arka taraftaki dükkanlardan biri radyonun sesini iyice açmıştı.

İzmir'in Kavakları
Dökülür Yaprakları
Bize De Derler Çakıcı (Yar Fidan Boylum)
Yıkarız Konakları