Lev Tolstoy'un Arayışı

Day 2,099, 03:56 Published in Turkey Turkey by Ferfecir63

Merhaba arkadaşlar makalede Lev Tolstoy'un Rabbini arayışını anlatan, Peygamber efendimiz Hz.Muhammed(s.a.v) in hadislerini derlediği,İslam hakkında görüşlerinin yer aldığı kitabından kesitler yer alacaktır.



TOLSTOY'UN İTİRAFLARI

ALLAH'A İNANMAK

"...İnanç esaslarını herhangi bir yerde, yaşamdan uzakta ve yaşamdan bağımsız olarak kabulleniyoruz.O, herhangi bir zamanda karşımıza çıkınca da yaşamı içten hiç ilgilendirmeyen ve sanki sadece dıştan bir olaymış gibi karşılıyoruz..."



"...Kendine "Nasıl yaşamalıyım?" sorusunu samimiyetle soran insan, deneysel bilimlerin bu soruya verdiği "Sonsuz evrendeki zaman ve birleşme imkanları bakımından sonsuz parçacıkları araştır; sonra kendi hayatını anlayacaksın" şeklindeki cevapla nasıl tatmin olmuyorsa, aynı insan şu cevapla da yetinmeyecektir: "Başlangıcını ve sonunu hiç bilmediğimiz ve belki de en küçük parçacığını bile tanımadığımız insanlığa ait bütün yaşam anlayışlarını araştır; işte o zaman kendi yaşamının anlamını kavrayacaksın!"..."



"... Çözümü bilimde bulamamıştım ve bu çözümü yaşamda aramaya başlamıştım; umudum onu çevremdeki insanlarda bulabilmekti. Böylece insanları gözlemlemeye başladım. Beni çaresizliğe sürükleyen bu sorulara karşı diğer insanların nasıl bir tavır takndıklarını merak ediyordum.

Peki, öğrenim seviyeleri ve yaşam tarzlarıyla bana benzeyen bu insanlar nasıl bir cevap bulmuşlardı? Gördüm ki, benim çevremdeki bu insanlar, içinde bulunduğumuz bu korkunç durumdan kurtulmak için dört farklı çıkış yolu bulmuşlardı.

Birinci çıkış yolu bilgisizlik yoluydu ve bu yol şundan ibaretti: Hayatın bir bela ve saçmalık olduğunu bilmemek ve kavramamak

İkinci çıkış yolu ise Epikürcü çıkış yoluydu. Bu düşüncenin esası şuydu: İnsan hayatın umutsuzluğunu bilse de, onun sunduğu nimetleri tatmaktadır.Benim çevremdeki insanların çoğunluğu yaşama imkanını ancak böyle buluyordu. İçinde bulundukları şartlar onların dertten çok nimet kazanmasını sağlıyor ve ahlaki duyarsızlıkları sayesinde unutma imkanı buluyorlardı.Bu ahlaksızlık ve duyarsızlıklarına rağmen iyi durumda olmaları ise sadece bir rastlantıdır.Çağımız insanlarının büyük çoğunluğu böyle düşünmekte, böyle hissetmektedir. Bu insanlardan bazılarının düşünce ve hayal güçlerinin felcini bir felsefe diye ilan etmeleriyse bu insanları yaşamın sorusunu görmemek için balı yalamayı sürdürenler grubundan ayırmaz. Benim bu insanlara uymam da mümkün değildi. Onların hayal gücünün duyarsızlığı bende olmadığı için, yapay olarak da bunu sağlayamazdım. Gözlerimi, onları bir kere görmüş olan herhangi bir insan gibi, farelerden ve ejderhadan çeviremezdim.

Üçüncü çıkış yolu, güç ve enerjinin yoluydu. Esası şuydu: İnsan, hayatın dert ve saçmalık olduğunu anlayınca onu yok etmelidir.

Dördüncü çıkış yoluysa zayıflık yoluydı ve bunun esası şuydu: İnsan, yaşamın dert ve saçmalık olduğunu kavradığı ve bu yaşamdan bir şey çıkmayacağını bildiği halde onu sürdürmeye son vermez. Bu grubun insanları ölümün hayattan iyi olduğunu bilirler. Fakat onlar yanılgılarına bir an önce son vererek kendilerini öldürecek akıllıca davranma gücüne sahip olmadıkları için, sanki bir şeyler bekliyor gibi davranırlar. Bu zayıflığın yoludur; çünkü eğer ben daha iyi olanı biliyorsam ve buna gücüm de yetiyorsa, kendimi daha iyi olana vermekten neden geri kalacaktım? İşte, ben bu gruptayım...."



"... O döneme kadar bana göre biricik ve kesin sayılan akla dayalı bilginin yanında, bütün insanlığın akıl dışı bir başka bilgisi vardı. Bu bilgi, insana yaşamak ve yaşamını sürdürmek imkanı veren yaratıcının kurgusuna olan inançtı.

İnancın bütün akıl dişiliği benim için o güne kadar ne ise, öyle kaldı; fakat onu kabul etmek zorunda kaldım. Çünkü yalnızca o, insanlığın yaşamın anlamına dair sorduğu sorulara cevaplar buluyor ve bunun sonucunda da yaşama imkanı sağlıyordu.

Akla dayalı bilgi beni hayatın saçma bir şey olduğunu kabullenmeye sürüklemişti: yaşamım durmuş, donuklaşmış ve ben de onu yok etmek arzusuna kapılmıştım. İnsanlara, bütün insanlığa bakıyordum ve görüyordum ki, insanlar yaşıyorlardı. Üstelik yaşamın anlamını bildiklerini iddia ediyorlardı. Sonra kendime baktığımda görüyordum ki, ben yaşamın anlamına dair sorulara cevaplar bulduğum sürece yaşıyordum. Diğer insanlara olduğu gibi bana da yaşamın anlamını ve yaşama imkanını inanç vermişti...."



"... Çok farklı taraflardan bakarak hep şu sonuca varıyordum: Ben sebepsiz ve anlamsız olarak dünyaya gelmiş olamazdım.Kendimi benzer durumda hissettiğim gibi, yuvadan düşmüş sırt üstü yatan bir yavru kuş da olamazdım. Hem öyle olsa bile, yuvadan düşmüş, sırt üstü yatan bir kuşcağız yüksek çimenlerin arasında ötüyordu. Ötüyordum; çünkü annemin beni yüreğinin altında taşıdığını, ısıtıp beslediğini, sevdiğini biliyorum. Nerede o anne? Ben eğer doğurulmuşsam, kim doğurmuştu beni? Birinin beni severek dünyaya getirdiğini kendimden saklayamam ki! Peki, bu birisi kim? Yine Allah...."



"... Çok iyi hatırlıyorum, bahardı ve ormanda yalnızdım. Ormanın sesine kulak vermiştim. Dinliyor ve tek bir şeyi düşünüyordum. Zaten son üç yılda hep o tek ve aynı şeyi düşünmüştüm. Yine Allah'ı arıyordum."Pekala, Allah yok!" dedim kendi kendime. Benim hayal gücümün ürünü olmayıp da gerçek olan, yani hayatım gibi gerçek biri yok. Yok öyle biri ve hiçbir şey, hiçbir mucize böyle bir şeyi ispatlayamaz. Çünkü, mucizeler benim hayal gücümün ürünleri ve üstelik de mantığa aykırı. "Ya benim aradığım yaratıcı kavramı? Peki bu kavram nereden geliyor?" diye sordum kendi kendime. Bu düşünceyle birlikte içimde yaşama sevinci dalgalanmaya başladı. Çevremdeki her şey yaşam gücü ve anlam kazandı. Fakat sevincim yine uzun sürmedi Akıl işlemeye devam ediyordu: Bir yandan "Allah tasavvuru Allah değildir!" diyordum kendi kendime. Sonra da "Tasavvur, benim içimde cereyan eden bir şeydir. Yaratıcı tasavvuru benim içimde uyandırıp uyandırmadığım bir şey. Ben onsuz hayatın olmayacağı bir şeyi arıyorum" diyordum. Şimdi içimdeki ve çevremdeki her şey yine ölüyordu ve ben yine kendimi öldürmek istiyordum.

Sonunda kendimi inceledim ve içimde neler oluyor diye kendime baktım. Ölmeye ve dirilmeye dair yüzlerce olay hatırladım. Gördüm ki, ben yalnızca Allah'a inandığımda yaşıyordum.Allah'ı düşünmem yetiyordu, o zaman hemen diriliyordum. O'nu unuttuğum, O'na inanmadığım zamanlarda ise, yaşam da yok oluyordu. Yaşamın bu diriliş ve ölümleri neydi? Allah'ın varlığına inancı kaybettiğimde, sanki yaşamla ilgili bağlarım da kopuyordu. Allah'ı bulmak konusunda az da olsa umudum olmasa, yaşamıma çoktan son verirdim. Fakat yaşıyordum. O'nu hissettiğim ve O'nu aradığım zaman yaşıyordum. Öyleyse, O vardır. O, O'nsuz yaşanmayan şeydir. Allah'ı bilmek ve yaşamak, bir ve aynı şeydir. Allah yaşamdır. Allahı arayarak yaşadığın takdirde, yaşam Allah'sız olmaz..."



"... Bilgelerin bilgelikleriyle onaylanmış olan bilgim bana şunu göstermişti ki, dünyada var olan canlı cansız her şey son derece bilgeceydi...."



"... Başımdan geçenleri şöyle ifade edebilirim: Ne zamandı bilmiyorum; neresi olduğunu bilmediğim bir sahilde beni bir kayığa oturttular ve sonra kayığı karşı kıyıya yönettiler. Kürekleri elime verip beni yalnız bıraktılar. Küreklerle elimden geldiği kadar uğraştım ve ilerledim. Ancak ben açıldıkça beni o bilmediğim yere götüren akıntı da şiddetleniyordu. Ulaşmam gereken hedeften farkında olmadan uzaklaşıyordum. Etrafımda benim gibi akıntıya kapılan bir çok kürekçinin olduğunu gördüm. Bazıları durmadan kürek çekmeye devam ederken, bazıları küreklerini çoktan fırlatıp atmıştı. Koca kayıklar, dev gibi gemiler insanlarla doluydu. Bir kısmı akıntıya karşı çabalamaya devam ederken, bir kısmı kendini akıntıya bırakmıştı. Ben de bir yandan ilerleyip bir yandan da akıntının aşağılarında kalan yolcuların ardından bakarken, bana gösterilen yönü unuttum. Tam da akıntının ortasında, aşağı doğru giden kayık ve gemilerin kalabalığında yönümü iyice kaybettim. Her yanımdan tayfalarının neşeli çığlıkları attığı yelkenliler, gemiler ve kürekli kayıklar geçiyor, akıntının aşağılarına doğru giderlerken bana "Başka bir yön yok!" diye sesleniyorlardı. Ben de onlara inanıyordum be onlarla birlikte ilerliyordum. Böylece çok uzaklara yol aldım. Öyle uzaklara gittim ki, ortasında yolumu şaşırdığım hızlı akıntıların gürültüsünden başka ses duyamaz oldum ve kayıkların orada nasıl parçalandığını gördüm. Ve bütün bu gördüğüm, yaşadığım şeylerin dehşetinden olsa gerek, kendime geldim. Uzun süre, bana ne olduğunu anlayamadım. Önümde yalnızca koşar adım yaklaştığım ve korktuğum yok oluşu görüyor, hiçbir yerde kurtuluş göremiyordum. Ne yapmam gerektiğini bilmiyordum. O zaman geriye doğru baktım ve sayısız kayık gördüm. İnatla, büyük bir savaş vererek akıntıyı geçiyorlardı. O anda kıyıyı, kürekleri ve yönümü hatırladım. Geri döndüm ve akıntıya ters yönde, kıyıya doğru kürek çekmeye başladım.

Kıyı Allah'tı; yön gelenek, kürekler ise bana verilen özgürlüktü.Ve bunlar bana kıyıya ulaşmaya çabalayım, Allah'la birleşeyim diye verilmişti..."



LEV TOLSTOY'UN MEKTUBA CEVABI

"... Hristiyan ideali ve öğretisini, onun hakiki manasında, her şeyden üstün tutan bir insan için bunu söylemek ne kadar garip olsa da demeliyim ki, Müslümanlığın kendine has dış görünüşüne göre Kilise Hristiyanlığından kıyas kabul etmez derecede üstün durması, bende hiçbir şüphe doğurmuyor. Eğer ki, bir kimsenin karşısına Kilise Hristiyanlığı veya İslam dinine girmek hakkında bir tercih koyulsa, o zaman her bir akıllı adam, mürekkep ve anlaşılmaz ilahiyatın üç sıfatlı Allah'ın, günah çıkarma merasiminin, dini ayinlerin, İsa'nın anasına yalvarışın, mukaddeslerin ve onların resimlerine sayısız hesapsız ibadetlerin yerine, hükümleri bir Allah'ı ve peygamberi olan İslam dinini, şüphesizki üstün tutar. Bu başka türlü de olamaz..."






"Kalbimizde Allah'ın nuru vardır,onun adı da vicdandır." Tolstoy

"Doğabilimleri bardağından içilen ilk yudum insanı ateist yapar, ama bardağın dibinde sizi Tanrı beklemektedir..." Werner Heisenberg